KİŞİSEL GELİŞEMEME GÜNLÜKLERİ- 2


DENİZ YOSUNUNUN DANSI



Bir resim çizdim. Karlar altında kalmış bir resim. Bembeyaz… O kadar beyaz ki kar dışında başka hiçbir şey gözükmüyor. Bakan için boş bir kağıt gören için eşsiz bir manzara. Çaresizlik mevsiminden saf bir tablo…

Ama kimse boş bir kağıtta kar görmez öyle değil mi? Çok haklısınız. Hep yaptığımız gerçeği dışında. Bize verilen herhangi bir konuda en ufak beyazlıkla kendi resmimizi çizmeye başlarız sonra zamanın nankörlüğüyle günler geçer ve görürüz ki sadece ve sadece bomboş bir kağıt o. İster resmimiz gerçekleşmiş olsun ister olmasın.

Bir olay yaşadınız bu olay hakkındaki düşünceleriniz oluşmaya başladığında ressam olmak işten bile değil. Bırak resmi sergi bile açarım. Aslında açardım. Ama yeterince çok düşünen biri olmanın sonu kağıtları olduğu gibi bırakmayı öğrenmekle bitiyor. Yorum yapmamak, üstüne düşünmemek, kafada kurmamak çok zor ve sağlıklı bitirimlerdir. Peki Olumlama? Hayır, kendini bardağın dolu tarafına odaklayarak kandırmak düşünülenin aksine daha da yıkıcı olabiliyor. İyiyi, güzeli telkin etmek yorum yapmanın bir parçası. Benim vazgeçemediğim kısım aynı zamanda.

Bir sosyopatın zihni berraktır. Kar görmez ya da bulanmaz. Siyah ve beyaz olarak her şeyi ayırt edebilir. Çıkarları, inançları doğrultusunda düzenleyebilir. Biz bunu yapamayız, ben bunu yapamam, yapmak da istemem. Bir hafta arayla yazdığım, hissettiğim, kendimde gördüğüm veya görmediğim bazı rüzgarlar bile değişebilir. Değişen varlıklarız. Değişmek için varız. Hep en doğru olduğunu söyleyene de hep en yanlış olduğunu söyleyene de inanmayız öyle değil mi? Duygular varsa değişmeye mahkumdur insan.

Kendiyle iç sohbeti olan biri ruhunu tanımaya başlar ve dış meselelerin ressamı olmaya vakti kalmaz. İrdeler, oto-portresini çizmeye odaklanır. Burada neden böyle hissettim? Neden tepkisiz kaldım ya da neden büyüttüm, neden alttan aldım? Self keşif en yüzeyelden en derine kadar bir yolculuktur. Neleri neden sevmiyorum? Doğru soruları sorabilmek çok önemli bu yolculukta. Nedensiz huzursuz olduğunuz anlar olur ya işte nedensiz olmadığını ben kendimle tanışınca daha iyi anladım.

Tanışmak ama nasıl? En sevdiğim yemek, renk, sayı, cafe, şarkı olmak zorunda mı? Yapılan en büyük hatalar sınırlamalar. Her zaman bu sorulara net cevapları olan insanların nasıl yaptıklarını düşünürdüm. Ta ki gerekmediğini kavrayana kadar. Bu kadar ilkel olamayız. Değiliz de. Bir konuda ne istediğimizi kesin olarak bilme zorunluluğumuz yok.

Geçmiş, hayatın göz kırpmalarıyla doluyken durağan, sabit olmaya çalışmak daha yorucu geliyor bana. Kendimizi belirli kalıpların içine sokmaya çalışmak karakterler değil tipler olmaya başlamak dünyanın sonu gibi geliyor. Mesela sosyal mecralarda ben de dahil herkesin sürekli ortama, topluluğa ayak uydurması da bir nevi durağanlık. Her konunun duyar kasanları, bir şekilde eleştirebilmek için kuyu kazanları ya da her şeyi “cringe” bulanları oluyor. Bu gruplardan birine dahil oluyoruz ister istemez. Ve nedense kendimizden uzaklaşıyoruz gibi hissediyorum bazen. Belki de normalde yapıp kendimizi mutlu edeceğimiz şeyleri komik bulunabilir eleştirilir diye yapmayı bırakıyoruz. Bu konuda benim şansım küçük bir kardeşim olması. Tüm bu fikirlerden uzak çocukça mutlulukla dolmayı nasıl mutlu olunabildiğini ondan öğrenmek beni daha huzurlu biri yaptı. Onunla vakit geçirmek, zekasının nasıl işlediğini görebilmek özgüvenimin yapıtaşlarına aradığı temeli sağladı belki de. Hepimizin özünde sahip olduğu çocukluk. Mesela koşmanın beni mutlu ettiğini yeniden hatırladım. Çok güzel ve huzurlu hissettiğim bir yerdeyken küçükken olduğum minik prenses gibi koşmak havayı içime çekmek çok iyi geliyor. Kıpır kıpır olmak, hep gülümseyebilmek benim ruhum için stressiz ve ışıltılı bir hayatın çözümü gibi.

Dikkat ederseniz görürsünüz ki şimdilerde bebek gibi, çocuk gibi davranmaya çalışma tabusu var zihinlerimizde. Öyle davranan insanları eleştiren bir tabu. Çünkü onların kaçırdığı birkaç şey var. Çocuklar kimliklerini saklamaz, olmadığı biri gibi davranmaz, samimiyetsiz olmaz, yaşının gerektirdiğinden daha küçükmüş gibi davranmaz.

Olgunlaşmanın yolunun buralardan geçtiğine inanıyorum. Kulaklarımızı iç sesimize çevirirsek bilinçaltımızın şarkısına konuk edersek yapbozumuzu tamamlayabiliriz. Bunu denerken ruhumun parçası olan insanları daha iyi seçebildiğime inanıyorum. Ve evet yaşamın gerekleri kendim olmak, prensiplerimle yaşamak, dışarıdan çetin ceviz gibi durmak zorunda olmanın yanında özgür hissettiğim insanlarla beraber olmak, beni ben olduğum için çok seven birkaç kişinin bile olması doğru hissettiriyor. Gökyüzüne bakıp dalıp gitmek, en küçük güzelliklerden büyülenebilmek doğru hissettiriyor. Kalabalık ve boğucu ortamlar, etiketleme yapan insanlar yanlış hissettiriyor.

Ve kar evet kar sonsuz mutluluk veriyor. 

 

AYRİZ ÖYKÜ GÜR

 



Yorumlar